Kendi kaleminden Metin Görgün
Türk voleyboluna sporcu, yazar, programcı ve yorumcu olarak değerli katkılar sağlayan eski milli voleybolcu Metin Görgün’ün, Voleybolumuzun marka tescilli kaynak eseri Voleybolun Unutulmazları “Biz Takımı” ® için yayınlamak üzere bekleyen bilgileri sizlerle paylaşmak istiyoruz.
Merhum Metin Görgün’ün kendi kaleminde çıkan hayat hikayesini sizlerle paylaşmamıza izin veren sevgili Gülnur Özfer Görgün’e teşekkür ederiz.
Voleybol Aktüel
METİN GÖRGÜN ( 1961 )
9 Temmuz 1961’de tosun bir bebek olarak İzmit’te doğmuşum. Ailemiz, aile büyüklerimiz Abhaz kökenli…
Annem her daim beni kollayan, kayıran, her daim üzerime titreyen Kibariye hanım ev hanımlığı vasfının yanı sıra; çevrede her kim varsa onun hastane, bakım, eğitim, gıda işleri için koşuşturan; gayet aktif sosyal bir kadın, babam Kenan bey ise ona göre daha sakin, özellikle son yıllarda “hanım haydi yemek hazır mı? noktasında midesine düşkün, yıllar boyunca Mannesman Boru Fabrikasında teknik ressam olarak çalışan iyi bir sporcu ve seyirciydi.
Ben ağabeyim Kayhan ve ablam Reyhan’dan oldukça geç geldiğim için ailenin daha doğrusu “annemin” en kıymetlisi idim.
Daha bebeklikten itibaren tüm sülalenin ( bizde 7 göbek sülale birbiriyle akrabadır bu arada) maskotu haline geldim. O zamanlar yuvarlak suratım (burnumla beraber o tombalak suratta uzadı aşağı doğru zaman içinde he he) ailede az bulunan renkli gözler, sarı saçlarla kalabalıklar ortasında kendimi twist yaparken buluyordum.
Beş kişilik bir aile olmamıza rağmen bizim evde sadece çekirdek aile olarak kaldığımız günlerin sayısı pek az oldu. Zira ya bir yeğen, ya bir dayı kızı, ya bir komşu çocuğu mutlaka eğitim sebebiyle veya hastalık nedeniyle veya bir başka bir neden için bizim evde kalmaktaydı.
Kısaca kalabalıklar içinde, şımartılarak, sevgi ile büyütüldüm.
Oldukça dışa dönük, hoplayan zıplayan, aşırı bir enerjik çocuk olduğum için mahalle aralarında her ne oyun, fırlamalık varsa elebaşı olarak içindeydim. Annem her an başıma bir şey geleceğinden korkarak çaresiz mahalleden edindiğim kir pas içindeki sokak arkadaşlarımı pek istemeye istemeye “eve davet et arkadaşlarını bari” derdi. Ve sonra kurduğu sofralarla onların bir güzel midesini doyururdu.
He he bu arada Kibariye hanım bir yeme içme fabrikası gibi çalışır, konu komşu bunu bilir ve sokakta her kim varsa kolundan tutup aç karnını doyururdu. Ve bir de aç olmasan bile bir ısrar bir ısrar illa ki yemek zorunda kalırdı gelen kişi… Hatta bir keresinde mahallenin imamını yemekte ağırlamış babamın söylediğine göre ısrarlar sonunda adam mide fesadından hastanelik olmuş. Annem de bu sefer onu hastaneye yetiştireceğim telaşına düşmüş.
Her neyse ben annem için ben hep ayrıcalıklı idim. Millet sebze yer benim her daim köftem hazırdır dolapta… Metin der, başka da bir şey demez.
Yaz aylarında 15 gün köyümüz yemyeşil güzelim “Bıçkı-Yeşilyayla” (Düzce yakınlarında) köyünde ve Ereğli’de yazlıkta geçerdi. Gönlümce oradan oraya koşturma, ağaç tepelerinde, dağ bayır, çiçek böcek ve bolca da sporun her türlüsü bizimdi. Köy düğünleri, hatta diğer köylerin akrabaların eğlenceleri gece-gündüz hep bir atraksiyon vardı yani. Alaflar, gece yarısı gezmeler, ( Hım bu arada benden yaşça büyük delikanlı, genç kız kıvamına gelmiş abi ve ablamın peşinden “ben de gideceğim” diye tutturup ağlayınca, annem beni bir şekilde onların peşine monte ederdi…
Yani hem kendi hem de benden büyük yaş grubunun neşesi olarak hayat devam etti.
Kış aylarında annem arkadaşlarımı eve toplamaya izin vermeyince çaresiz bateri görevi görüyordu. Mutfakta tencere tava her ne varsa topluyor salonun ortasına yığıyordum. İstediğim sese ulaşamadığımda hemen yanı başımda sebze soymakta olan anneme sesleniyordum. “Kafana dokununca tıss, koluna dokununca çınn sesi çıkart anne!”
Evet gelelim okullara… Her daim fırlama ve haylaz çocuk olduğum için öğretim hayatım lise ikinci sınıfa kadar taktirler sonrası kör topal ilerledi ama sonunda tüm kademeleri tamamladım.
Sırasıyla; İzmit Goodyear İlkokulu, İzmit Merkez Ortaokulu ve Lisesi’nde okudum. Ardından Marmara Üniversitesi Beden Eğitimi Spor Bölümü’nü (İlk girdiğimde adı: Spor Akademisi idi) bitirdim.
Gelelim spor yaşantıma;
Yukarda söz ettiğim gibi son derece hareketli yapımdan dolayı spora çok yakın bir çocuktum. Sokak oyunlarının yanısıra; futbol, basketbol, masa tenisi her ne varsa oynadım.
Ağabeyim Kayhan o zamanlar “Tahta” takma adıyla Kağıtspor’da voleybol oynuyordu. Babam ise onun maçlarını hiç kaçırmazdı, dolayısı ile ben de küçük yaşımda onun peşine takılarak hep voleybol sahaların idim.
Sonrasında ben Yarımcaspor’da voleybola başladım. Tahta’nın kardeşi “Sunta” olarak yıldız genç ve A takımlarında oynadım. Aslında yetenekliydim ancak gözlerim bozuk olduğu için şişe dibi gözlükle manşette biraz sıkıntı yaşıyordum.
Lise bitip Anadolu Hisarı Spor Akademisi’ni kazanınca İstanbul’a geldim ve
1979 yılında Galatasaray’a transfer oldum. Ve o günden sonra da ismimin veriliş nedeni olan Metin Oktay’ın kulübü; sarı-kırmızı renklerde oynamaya başladım.
Antrenörün voleybolumuzun efsane antrenörlerinden biri olan Enver Göçener idi.
Ondan çok şey öğrendim, hem de çok…
Bir genç delikanlı olarak gözlüğü falan atmış idim ancak ileri derece bozuk olunca file önünde gayet iyi iken arkada servis karşılamada fire veriyordum… Neyse ki o dönem yeni yeni ülkemize gelen lensler ve yine voleyboldan bir isim; Bozkurt Şener imdadıma yetişti… Çok sık kaybetmiş olsam da, Lensan’ın abonesi olmuş olsam da bir anda etrafı görüyor olmak mükemmeldi…
Ve giderek başarı grafiğim yukarılara doğru tırmandı. “Sac Ayağı” ya da diğer bir deyişle “Kürdan-Tuzluk-Karabiber” üçlüsünün değişmezlerinden biri olmuştum.
Hımm bilmeyenler şimdi soracaktır, ben peşinen yanıt vereyim.
Bu üç kişi; Payidar Demir-Metin Görgün-Ahmet Gülüm olmaktadır. Yıllar boyu pozisyonumuz bile değişmeden, birbirimizin bakışı, topa gidişi, pası atışı ne bileyim her şey otomatik devrede idi.
Galatasaraylı yıllar çok güzel yaşandı; heyecan, sonsuz antrenman, muhabbet, gırgır, heyecan, nefes kesen maçlar, şampiyonluklar ve de en önemlisi şahane dostlar ve halen en yakınım olan arkadaşlar…İşte bu yıllarda (1983) kız takımımızda oynayan Gülnur Özfer ile hayatımı birleştirdim. 15 yıl evli kaldık; 1998’de yolları ayırdık, 2002’de de resmen boşandık.
Aynı yıl; şimdiki eşim; Yeşim Demir ile evlendim Zeynep Duru isminde bir kızımız oldu. Halen İstanbul’da mutlu bir hayat sürmekteyiz.
Galatasaray’da 1979-1989 arasında hiç kesintisiz 11 yıl oynadım. Bu dönemde çeşitli Türkiye derecelerinin yanı sıra, son üç sene de Eczacıbaşı hegemonyasını yıkarak Türkiye şampiyonluğu yaşadık. Yine bu dönem içinde askerliğimi 8 ay er olarak Ankara Spor Okulu’nda yaptım. 1987’de Ordulararası Dünya şampiyonluğunu yaşayan takımdaki oyunculardan biri de bendim. Askerlik; milli takım kampları, Akdeniz Oyunları, kupa maçları ile son derece güzel geçti…
1989-1990 sezonunda ise; Eczacıbaşı’na geçtim ve orada da Türkiye şampiyonu olduk. Hemen ardındaki yıl arkadaşlarım Payidar ve Ahmet’in ıslarla “geri dön” çağrısına uyarak Galatasaray’ıma geri döndüm.
Daha sonraki yıllarda; Fenerbahçe, İstanbul Büyük Şehir Belediyesi takımlarında da voleybol oynadım ve 1996 yılında profesyonel voleybol yaşantımı noktaladım.
Kulüpler dışında milli takımda da yer aldım. 85 kez ay yıldızlı formayı gururla taşıdım.
Burada bir parantez de plaj voleyboluna açmam lazım. Dünya’da ve Avrupa’da oynanan plaj voleybolu o yıllarda Türkiye’de henüz pek bilinmiyordu.
Sevgili Dünya Baltacıoğlu’nun girişimleri ile 3 arkadaş; Kenan Bengü-Dünya Baltacıoğlu ve ben, hımm ve bir de çakma antrenörümüz (aslı basketbol antrenörü) Hakan Yavuz ile İtalya’da bir plaj voleybolu turnuvasına katıldık. Teos’ta Canip arkadaşımızın yerinde toplaşıp tatil-spor karışım plaj turnuvalarınızla plaj voleybolu gayri resmi başladı. Sonrasında bu ekibe Ahmet Gülüm’ün katılımı ile bir şirket kurduk ve resmi olarak yıllar boyunca Türkiye, Avrupa ve Dünya Beach Volley şampiyonaları olmak üzere sayısız turnuvaları düzenledik. Ne mutlu ki bir ilki başarmıştık, Beach Volleybol artık Türkiye’de de oynanıyordu…
Ben de çok uzun yıllar bu turnuvalarda sporcu olarak oynadım. Nice şampiyonlukların sevincini yaşadım. İlk resmi Avrupa şampiyonasında Vefa (Şimşek) ile beraber ilk 8’e girdik.
Voleybolun daha geride kalması ile iş yaşamım da başladı. Önce Remko, sonra Promoteks, şimdi de Allsports Sportsnet groupta ortak olarak halen çalışmaktayım.
Voleybol öyle içime işlemiş ki hiç kopamadan sporda farklı yönlerle devam etti.
1996 yılından bu yana; gerek gazeteci gerek sunucu olarak Hürriyet, CNN Türk, Milliyet ve çeşitli Web sitelerinde yazılar yazdım, yorumlar yaptım, maçlar anlattım. Ve halen de SportsTV’de voleybol programı ve yorumculuğu yapmaya devam ediyorum.
Boş zaman bulduğumda tenis oynuyor, kayak yapıyor ve seyahat ediyorum.
Hepinize sevgi ve saygılar “Voleybol Ailesi”nin bir üyesi olduğum için her zaman gurur duydum.
Kolaj: Gülnur Görgün – Voleybolun Unutulmazları “Biz Takımı” ®